ŞARLO VE BİZ

 

                         Erdal ile Özgür´e...                                  

 

     Her hüzünlü insanın içinde mutlaka bir Şarlo vardır, tıpkı her Şarlo´nun içinde bir hüzünlü insan bulunduğu gibi.

     Sabahları yüzümüzü yıkamadan önce, diş fırçasının yeni yerini tam unutmuşken ya da defne sabununun bitmeye yüz tuttuğunu bir kez daha kendimize anımsatmadan önce, yüzyüze gelmekten çekindiğimiz ne vardır dersiniz?

     Utanılan bir geçmiş mi, belirsiz bir gelecek mi?

     Denizde çoğala çoğala kıyıya akın etmesi kaçınılmaz yunusların intiharında su yüzüne çıkan itiraf hangimizi incitmezdi?

     Öyleyse, niçin yaralarımıza yeni kabuklar arayışımız?

     Kendimize ettiğimiz bunca kötülükten sonra, içimizde canlanan Şarlo, o hüzünlü komik, neyin kara bayrağını sallayabilir ürkmeden?

     Şarlo, kendimizle barışık olmak için tutunduğumuz bir dal mı? Uyumlu, sevecen, kırmamak için özenli...

     Yoksa, bir anda deli-divane olduğumuzu anımsatacak keskin bir balta mı? Kudretli, güvenli ama dağınık...

     Şarlo, bastonundan kan damlayan bir gestaponun vicdanı mıydı yoksa? Öyleyse niçin dirilmedi her kahkahada?

     Mutlaka ardımızda bıraktığımız tamamlanmamış bir geçmişin izlerini sürüp geldi. O besbelli; yoksa ağır bir silindir altında kalıp günden güne yükü çoğalan bir insan hala gülmeyi sürdüremez...

     Bıyığının ünlem işareti olan melon şapkası kimden miras kaldı acaba?

     Bir sabah, uyanmakla uyanmamak arasında bocaladığımız güneşli bir mayıs ya da haziran gününde camı tıklatan ve evimize konuk olan naif, özensiz, ciddi konuk... Çayı, bardağı devirmeden bitiremeyen, bulutları gözlerinde sindirmiş ama tanrıya uzak, tek ibadeti acınası hallerimize gülüşün parantezini eklemlemek olan, kendimizden kaçışlarımızda bizimle yarışa kalkışan, ucuz dünyanın, ucuz yaşamın ve ucuz dostlukların bilinçaltı nakışlarını ansızın gözlerimize işleyerek bizi neredeyse kedere boğan, ama kıçı yere her düştüğünde de gülümsemeyle birlikte yarınımızı da anımsatan Şarlo, o benzersiz prototip...

     Oysa biraz dikkat ettiğimizde, sakarlıktan sakıncalıya, zavallılıktan onurlu olmaya, düşkünlükten biricikliğe uzanan tanımsız bir yelpazenin ortasında, biraz hüzünlü, çokçası da mütevazi bir mizahın aslında bu katı yaşamı nasıl altüst ettiğini, önüne çekilen setin nasıl üstesinden geldiğini ve adına yaşam denilen bu başlangıçsız satrançta gerçek galibin her şeyi ti´ye alanlar olduğunu, bunların çoğunluğunu ise ruhlarındaki şiiri biraz olsun gözlerine yansıtabilenlerin oluşturduğunu görmek mümkün. 

     Ya Şarlo?... O, ucunda tılsım taşıyan bastonunu tam yere düşerken bize doğrultan ve kederimizi erteleyen bir zaman budalası... Budala, çünkü devrettiği güldürü bulutu hem gökyüzünde, hem de yeryüzünde her dakika gözlerimizi perdeliyor. 

     Ama mirasının da sadık bir kollayıcısı: Hiç ölmediği ve bizlerle birlikte nefes aldığı için her an peşimizde.

     Aşk bile Şarlo`yla güzel.                                                                

     Öyleyse, kapısını çaldığımız her şeytanın ve izini sürdüğümüz her zebaninin, vuslatın, beraberliğin, kaynaşmanın, ayrılığın, acının ve kederin üzerinde, `inceltme işareti´ gibi şapkalı bir Şarlo yaşıyor...

     Nedensiz, süresiz ve süreksiz bir yaşamdan kurtulmak isteyen insanları gıdıklamak için meydanlara doluşan, coplarını kaldıran, telsizleri bağırtan, öcüleri çağıran, pırpır helikopterler uçuran o mizahsız buyurganlar, onlar da aslında birer Şarlo şiiri tekrarlamıyorlar mı her an?

     Mafya, kara gözlükleri ve tedirgin bakışlarıyla, elleri tetikte, dilleri küfürde, akılları ahirette tipler yaratmıyor mu Şarlo yerine?

     Anadolu´nun en uçlarında, kimsenin sahip çıkmadığı o insanlar, kimin çektiği belli/belirsiz tetikten çıkan mermilerle, sanki yeni bir geleceğe doğru yolculuğa çıkıyormuş rahatlığıyla sıradan şekilde ölmüyorlar mı? Sonra, neden bazı insanların yüzlerinde öldüklerinde bile eksilmiyor gülümseme? Buradaki yanlışlık da Şarlo´nun eseri mi?

     Trajik olanı kalbinde taşıyıp da bunun aksini gözlerine yansıtabilen milyonlarca insan var Türkiye´de ve dünyada.

     Madem ölümsüz, aynı zamanda eklemlenebilme özelliği taşıyan ve sıradan olmak ile yaratıcı kalabilmenin manifestosunu hareketleri ve replikleriyle birarada tutma yetisine sahip bir mizah tanrısının soluğunu her an ensemizde duyuyor, hatta kimimiz O´ndaki en uğursuz yetenekleri `geleceğin dünyası´ adına cömerçe sahipleniyoruz, bırakalım laf-ı güzaf´ı...            

     Demek hepimizde ölçüsü belirsiz bir Şarloluk var. Hem de bütün şiddetiyle...

     Öyleyse, oklarımızı yerine koyalım, kınına çekelim kılıçlarımızı. Yaşamın tokadı henüz kötülük adına ihale edilmedi. En azından biz öyle biliyoruz.

     Rahat bırakalım Şarlo´yu...

 

 

Express dergisi, 1995

Cihan Oğuz, 2005-2017

Cihan Oğuz Facebook  Cihan Oğuz Twitter  Cihan Oğuz Instagram

Web Sitesi Tasarımı ve Yönetim Paneli