ŞAİR NEREYE KADAR ÖLÜMSÜZ?  
Soruların bunaltıcıitkisi olmasaydı, belki de yaşamın sadece yavanlığından söz ediyor olacaktık. Bu belirlemedeki şart edatı,belki de yaşamın gerçekten ya­van yönlerinin varlığına ve çokluğuna da işaret edebilir, itirazım yok. 0 yüzden­dir ki, sancının ve acının dile getirilmesiyle başlayan bir talihsizsüreç, yer­yüzünün bağlanılabilir ender uğraşı alanlarından birini yaratmıştır: Sanat.
 
Sanatın günümüzdeki organizebiçimlerinden sinema, tiyatro ve sahne sanatları, teknik beceride isteyen resim, heykel ve benzeri dalları ile öykü ve roman gibi sabır isteyen, kurmacayeteneği gerektiren edebiyat alanları bir yana, şiir belki de tüm bunları atomizeeden özelliğiyle her dönemde öne çıkmayı başarmıştır. 
 
İyi bir şair, aynı zamanda, rolünün dışına dahi çıkarak mucizeler yaratan bir tiyatro oyuncusu, düşler ile renklerin uyumunu ya da uyumsuzluğunu yakalayabilen bir ressam ve doğal olarak da roman ile öykünün yüzlerce sayfada anlatabildiğini tek bir dizede canlandıran bir yeryüzü tanrısıdır.Yeryüzü tanrısı’dır, çünkü gökyüzü tanrısıile barışık değildir: Yetki çatışması!  
 
Peki, şair tüm bu tanrısalözellikleri ile yetkileri arasındaki uyumunasıl sağlayacak? Bu noktada, şairin yazdıklarının poetikasınıda savunma zorunluluğu ortaya çıkmaktadır ki, bana sorarsanız bu tam bir ofsayt pozisyonudur!Niçin mi? Siz hiç yaratısının hesabını veren bir tanrıya rastladınız mı, allah aşkına? (So­rudaki humorbilinçli!)  
 
"Şairin yazdıkları, aynı zamanda verdiği hesabıdır" şeklindeki bir savunma,bu çağda ve düzeyde çoktan aşılmışgörünüyor. Rilke'ye niçin 10 yıl süreyle şatoya kapanıp şiir yazdığını soramazdık belki ama, günümüz şairlerinin yaratıdan öte ne gibi poetikalar oluşturdukları ya da varsa mevcutları nasıl savunduklarını sorma hakkımız var. Bugün poetikasız bir şair, çabuk eskimeyeaday bir sürecin geçici peygamberidir, asla tanrısı değil!  
 
Tanrısallık taşıyıp taşımamayı şiirde bir değer ölçüsübiçiminde sunmak is­temiyorum aslında; çünkü burada imlenen bir yaratısorunu. Türk şiirinde bunu tar­tışmanın erkenolup olmadığını pek kestirmek mümkün değil ama, ülkenin mevcut sosyal-siyasal boyutları içinde tutsakkalacak şiirin yapısal-etik açmazlarını ya da uzamlarını gözardı etmek de,geleceğe dönük olarak bana korkuveriyor doğrusu. Bu 'korku', tarihe malolmakya da tanrısal yaratının olumlanıp olumlanmaması gibi kaygılardan çok, etik bir sorumluluğuatlamak, yakalayamamak şeklinde gözüküyor.  
 
Tüm bu öncüller, metafizikve retorikbir basit dünyanın kalıplaşmış normları­nın ötesinde, şiirin kökenineilişkin gerçeklikten, yâni bu uğraşı alanının tüm sanatların anası(tanrısı da denilebilir) olmasından kaynaklanıyor. İşin asıl acı yanı da bu: Yaygın kanının aksine, şiir, dünyada en çok ilgi gören sanat dalı değil, adeta huzurevine kapatılmışbir çaresiz anne kimliğinde. Yazanı, okuyanından çok! (Bu aynı zamanda, matematikselbir belirleme olarak, yazarının kendi yapıtını da okuyamadığını imliyor! Öyle ya, okusa bir kez dahaaynı teraneleri yazma cesaretini bulabilir miydi?)  
 
Bu yalnızlık, haydi adını koyalım, çoğul yalnızlık,tanrıya özgü bir biçimleniş değil midir? (metafiziğin yalancısıyım!)
 Şiirin -hatta genelde sanatın- asıl çıkmazıkendisini burada gösteriyor. Bir yandan, aslında belirli bir politikanın (poetikanm değil!) ölümsüzlüğüiçin yazıl­maya gayret gösterilen etik anlamda vulgarbir şiir, öte yandan ise poetikanm (cis­men şairin değil!) ölümsüzlüğü için sınırları zorlayan bir yaratı süreci... İkisinde de ölümsüzlüğe duyulan olağanüstü bir tutkunun izleri...
      Her ikisinde de, ölümsüz olan aslında bizatihişiirin kendisi; ne politika, ne de poetika! Zavallı şair, bu ölümsüz sürece sadece kan verdiğinibilseydi, acaba başka bir sanat dalına kaçar mıydı? Kaçsa bile, kısmen uyum sağlayabileceği yeni sanat dalında kendisini bekleyen bu güzel tuzağın aşağı yukarı aynı olduğunu farkedebilir miydi?...
      Tüm bu sorular, aslında, dedikodu, atışmave kimi kez de küfürleşme düzeyine indirgenen edebiyat tartışmalarına yeni bir boyut eklemleyebilmek çabasından kaynakla­nıyor. Çağdaşlığı, sadece teknolojiyi iyi kullanmak yeteneği olarak değil de, sürekli zihinsel devinim olarak da algılayabilsek, şiire bilgisayar formları bulaştırmak ye­rine, bilgisayarlaşmış bir form haline gelen somut hayatınşiirini -vulgarlığa kaçmadan- yaratabiliriz! Bu düzeyi yakalayabilen bir yetenek, ölümsüzlük gibi -as­lında bilinçaltında da zaman zaman beliriveren- tutkulara tutsak olmaz, çünkü tanrısallığından emindir!
 
 
 
 
 
 
 
Buradaki tanrısallık,bir "dokunulmazlıklar komedyası" ya da sıradan bir aşkın olmahâli değildir; tersine, her koşulda sorgulanmaya açık,etikselve son derece de mütevazıbir mecradır.
Kimbilir, belki tanrı da öyledir...
 
 
 
İzlek dergisi, Ocak-Şubat 1995, Sayı: 16-17
 
 
 
 

Cihan Oğuz, 2005-2017

Cihan Oğuz Facebook  Cihan Oğuz Twitter  Cihan Oğuz Instagram

Web Sitesi Tasarımı ve Yönetim Paneli