THE DEEPEST BLUE
Hiçbir yenilgi kendi tanrısını yaratmadı henüz
Bu, ayrılığın ilk kuralı
Adımları birbirine karışan nazende bile memnun şaşkınlığından
Kendi gölgesini kovalayan şeytansa inadına melankolik.
Nedir bu ruhların birbiriyle çarpışması?
Açıklasam, yeni bir gizi keşfedilecek hayatın
Unutmaya kalksam geceler hep gece kadar karanlık...
Varsayın adınıza birer kısmet çektim tavşan yerine
Burçlarınız ayrılığa bulandı, senaryolar uymadı kalbin gidişine
O zaman bir suçlu ararsanız ben emrinizdeyim
Kırdığım cevizler bini aştı nasılsa, aşılmadı ama dalgalar
Bütün suçları üstlenirim, ölü bulunmuş tinerci çocuğunkini de
Afsız hükümlere garkedin ömrümü, nasılsa her şey kısacak
Unutulur o limana uğramadan gemiyi batırdığım da
Dalgıçlara haber salın, öteki yüzyıla bırakmasınlar defineyi
Kalbimin sancak yönündeki iskelete yeni masallar uydurulmasın
Bitti işte oyunun son perdesi de, alkışları yarıda bırakacak kadar mağrur ve gizemli.
Siz deyin, böyle bitmez hiçbir oyun, bir de Karpov vardı satrançta
Para ile akıl’ın çatışması mıydı o bitip tükenmez öykü?
Deyin, kalbini rüzgara vuran her oyuncu biraz Şarlo’dur
Her sabah gülmekten katıla katıla gözyaşı döken
Ben diyeyim, geçmiş ile yarın’ın vuruşmasıydı bu oyun
Tam da ruhum yenilgiye alışmışken
Maviyi derinleştiren küstah bir dalga
-inadına adını koymayacağım bunun-
İlkinde bir kolumu yitirdim sanki
Sonra her defasında bacaklarım kayboldu
Sıralandı: Boynumdaki boşluk
Gövdemin yarısı
Yitirdim kalbimi de içindekilerle birlikte
En son gözlerim kalmıştı
Bir tek onlar
Demek kör bir çocuk yaramazlık yapmayacak bir daha
O mavide gözlerimi de: Artık aşkı görmüyorum
Son hamle ikircikli bir cellat kaygısıdır her zaman
Demek trampetler daha hızlı, deli gibi çalacak:
Devrildi Şah, pentium şahlandı
İnsan öldü, yaşasın insan!