ROMANDA SESSİZ DEVRİM: "MÜSECCEL MARKA"

 

 

         Aytuna Tosunoğlu, "Müseccel Marka" adlı yapıtıyla romancı olarak edebiyat dünyasına ilk adımını attı. Yazarın 1994'te yayımlanmış "Başımı Yastığa Koyduğumda" adlı bir de öykü kitabı bulunuyor. Doğrusu, Aytuna Tosunoğlu, bir "ilk roman" için fazlasıyla donanımlı ve berrak bir kaleme sahip görünüyor. Aslında, "Müseccel Marka"yı sadece "ilk roman" olarak tanımlamak, hem haksızlık, hem de yalnızca sosyolojik bir değerlendirme olacak. Yoksa, romanın sahip olduğu düzey bu nitelemenin çok çok ötesinde.

         "Müseccel Marka", çokuluslu bir şirketin Türkiye Genel Müdürü Corç Pitırsın'ın sekreteri -aslında buna 'şef sekreter' demek daha doğru olur- Şebnem'in yaşadığı ikilemleri, çelişkileri, komediye varan maceraları ve patronu Corç Pitırsın'ın o dayanılmaz kaprislerini göğüsleyen inanılmaz sabrını anlatan bir roman.

         Kahramanımız Şebnem -patronu Corç Pitırsın'ın deyişiyle 'Çebnım'- kedisi "Kelebek" ile birlikte yaşayan ve -kendisinden birkaç yaş genç- sevgilisi Selim ile iletişimleri sevişmekten öteye geçemeyen, yaşı 40'a dayanmış ama 'genç ruhlu' bir sekreterdir. Roman boyunca üstün bir performans gösterir ve gerçekten de çekilmez bir patronun -çoğu kişisel- yığınla işini inanılmaz bir beceriyle düzenler. Ama hayatına peşpeşe gelen yıkıcı dalgalar, sonunda Şebnem'i de derinden sarsar. Roman, Şebnem açısından sürpriz sayılabilecek bir sonla tamamlanır.

         "Müseccel Marka", Türk romanının ulaştığı düzey açısından önemli bir basamağa işaret ediyor. Aytuna Tosunoğlu bilmem farkında mı ama, zekice anlatımı, espritüellikle çerçevelenmiş bakış açısı, kurgusal sağlamlığı ve en önemlisi muhalif dili okurun gözüne gözüne sokmadan mütevazı biçimde kullanmasıyla, sessiz bir devrim gerçekleştirerek, kusursuz bir romanı Türk edebiyatına armağan ediyor.

        

         Altüst olmuş kimlikler

 

         "Müseccel Marka", küreselleşen dünyada altüst olmuş insan kimliklerini ve paranın sınırsız egemenliğini,, beylik diyalog ve anlatımlardan sakınarak, bizatihi romanın içsel kurgusuna serpiştirilmiş çağrışımlar eşliğinde okura sunan bir yapıt.

         "Yenidünya"dan gelen bir patronun peşinen küçümsediği insancıkların oluşturduğu azgelişmiş toplumun tüm zaafları da, romanın satır aralarında belirgin biçimde ortaya çıkıyor. Corç Pitırsın'ın serçe parmaklarının tırnaklarını garip bir nedenle uzatan hayatı arabesk motifli bıçkın şoförü "Kükü" lakaplı Kürşat da, çokuluslu şirketin paracıklarını çaktırmadan tırtıklayan Nalan da, roman kahramanı Şebnem'in rakı içip içmediğini bile bilmediği sevgilisi Şenol'un finaldeki fetbazlığı da bu berbat manzaraya dahil.

         Aytuna Tosunoğlu, adına ister yabancılaşma, ister meta fetişizmi deyin, paranın ve eşitsizliğin doğurduğu o korkunç boşluğun hikayesini, özgün ve metaforik bir anlatımla dile getiriyor. Yazarın kıvrak ve humour'a yaslanan dili, romanın kurgusunu da ister istemez bu içsel atmosfere eklemliyor: Kendisiyle bile alay etmekten çekinmeyen, dünyanın gidişatını da o muhalif ve alaycı gözle izleyen, ama sonuna kadar inandıklarına sadık bir dünya görüşü...

        

         Yabancılaşmanın vardığı boyut

 

         Yazar, belki de içinden geldiği bir dünyanın motiflerine bu derece alışkın olduğu için, romanın kurgusunda ve anlatımdaki mizahi üslupta herhangi bir peklik çekmiyor, tıkanmıyor. "Müseccel Marka", içinde yüzyıllardır biriken kızgın lavları gökyüzüne rengarenk bırakarak hafifleme fırsatı bulan küskün bir yanardağın öyküsü sanki. Yapıt, bu özelliğiyle de özgün bir yan taşıyor. Aytuna Tosunoğlu, yabancılaşmanın vardığı boyutu, teorik hiçbir göndermeye ihtiyaç duymadan, romanın kendi içsel atmosferiyle betimliyor. "Müseccel Marka", satır aralarını okumayı keşfedenler için "cesurane bir adım" olarak nitelendirilebilecek denli 'pervasız' bir roman.

         Bana öyle geliyor ki, yaşadığımız fırtınalı şu onyılları sağ-salim atlatıp bir nebze rahat nefes aldığımızda, "Müseccel Marka"da gizli olan hayatımıza ait o prizmayı daha iyi gözlemleyip tartışabileceğiz.

         Küreselleşme-paranın iktidarı-soysuzluk üçgeninde beliriveren o önlenemez sürecin romanını yazmak, gerçekten de edebiyat adına cesaret istiyor. Henüz tarih olmamış, olmaya fırsat bulamamış bir döneme ilişkin -hele hele edebiyat alanında- kalem oynatmak, öyle sanıldığı kadar kolay ve ucuz bir çaba değil. Hatta bir adım ileriye gidecek olursak, açıkça tarihe karşı mütevazı bir müdahale bile sayılabilir.

         Bu müdahalenin sınırlarını çizmek, zorlamak elbette doğrudan yazarın işi değil. Ancak buradaki ince çizgi, yazarın kalıcı olup olamayacağını belirlemede üstün bir ölçüt: Henüz tamamlanmamış bir sürece ilişkin yazınsal göndermeler yapmak, riskli, zorlu ve ileride tarihe karşı mahcubiyet yaratabilecek bir handikap barındırabilir. Bunu aşmak ise üstün bir birikim, şaşmaz bir öngörü ustalığı ve derin bir deneyimle mümkün.

         Çok basit ve güncel iki örnek vereyim: Siz, biraz duygusal yaklaşımla, birazcık da demokratik bakış açınızdaki masumane yönlendirmeyle -diyelim- birkaç yıl önce Kürt sorunuyla ilgili bir şiir yazdınız ve doğal olarak "mücadeleye katılanlara" olumlu atıf yüklediniz. Ama bir sabah kalabalığın yoğun olduğu bir bölgedeki çöp bidonunun içine konulmuş tahrip gücü yüksek bir bomba patlar ve en az sizin şiirinizdeki dizeler kadar masum birçok insan ölür ya da yaralanır. O güzel dizelerin sahibi olan sizin o esnada çöp bidonunun yanından geçmeyişiniz sadece bir şanstır: Ancak olayda ölenlerin sahip olabileceği 13 milyonda bir şans kadar yani! O aşamadan sonra da, zaten yazdığınız ve belki de yayımlama olanağı bulup ödül aldığınız o şiirin meşruiyeti tedavülden kalkar.

         Ya da, yıllarca "Peşmerge", yani cengaver, kahraman olarak bildiğiniz, belki de kendileri için yazılan destanlara sizin de derin anlamlar yüklediğiniz Kuzey Irak'taki binlerce kişi, Saddam'ı deviren Amerikan askerlerini alkışlarla karşılar ve onlardan medet umar. O anda içinizdeki bütün camların aynı anda paramparça olduğunu duyumsarsınız.

         İşte edebiyat, gerçekliğin gerisine düşmemek, hatta onu aşmak yetisidir.

         Aytuna Tosunoğlu, "Müseccel Marka" romanında, bu tuzağa düşmeden ayakta kalmayı başarıyor. "Müseccel Marka", yalnızca roman tekniği ve kurgusal yapısındaki üstün performansla değil, ideolojik donanımıyla da Türk romanının göğsünü kabartan, görgüsüne yeni özellikler ekleyen, para'nın karşısına insanın vicdanını ve kalbini koz olarak koyabilen güçlü bir yapıt.

         Son sayfayı da bitirip kitabın kapağını kapadığınızda, dünyada pek o kadar da yalnız olmadığınızı farkediyorsunuz.

 

 

 

 

 

 

Düzyazı Defteri, Eylül-Ekim 2003, Sayı: 1

Bu içerikle ilgili diğer bağlantılar

Cihan Oğuz, 2005-2017

Cihan Oğuz Facebook  Cihan Oğuz Twitter  Cihan Oğuz Instagram

Web Sitesi Tasarımı ve Yönetim Paneli