Değişim kıskacındaki şiir
 
         İsmet Özel, tam da şiirsel serüveninde doruğa ulaştığı bir dönemde şiire uzunca bir süre ara verdi. 1984 yılında "Cellâ­dıma Gülümserken" adlı şiir kitabını yayımlayan şair, tam 16 yıl şiir kitabı çıkarmadı. İsmet Özel, 2000 yılı Şubat ayında yayımlanan “Bir Yusuf Masalı” ile suskunluğuna son verdi. Bir Yusuf Masalı ile bu kitaptan sonra kaleme aldığı şiirleri derinlemesine bir incelemeye tabi tutacağız. Ama ondan önce, bu kitabın yayımından 3 yıl sonra dinci kesime veda eden İsmet Özel’in bu yeni tercihini irdelemek yerinde olacak.
         İsmet Özel, sonradan çeşitli röportajlarda da dile getirdiği dinci kesimle ayrılık serüvenine ilişkin düşüncelerini, asıl Millî Gazete’nin 4 Ağustos 2003 tarihli nüshasında yayımlanan “Bir Zamanlar Bir İsmet Özel Vardı” adlı unutulmaz yazısında duyurdu. Bu yazı, 1970’li yıllarda komünist, 1980’li yıllara gelmeden önce de İslamcı olan İsmet Özel’in son vardığı durağa işaret etmesi açısından tarihsel bir önem taşıyor:   
 
     “’Yazı yazmak’ demiş E.L. Doctorow, "geceleyin araba sürmeye benzer. Önünüzü sadece size farların gösterdiği yere kadar görebilirsiniz; ama bu suretle seyahatin tamamına erersiniz." Bu söze itibar edeceksek, ben de geldim geleceğim yere kadar, bitirdim gezimi. Benim için gazete yazarlığı bağlamındaki seyahat tamamlandı. Bundan sonra gazete yazısı yazmayacağım. Yirmi altı sene önce bir yandan inancıma ortak saydığım kimselere laf anlatmak, diğer yandan geçim derdiyle şoför mahalline bir şekilde oturduğum bu arabayı sürmem için hiçbir ahlâki gerekçe kalmadı artık. Neydi gazete yazısı yazmamdaki ahlâki gerekçe? İslamî siyaset yaklaşımı başını dik tutmak istiyorsa, ona destek olmaktı. Çok önemli ve işlev değeri çok yüksek bir işe giriştiğimi düşündüm. Yıllar ve yıllar boyunca çabalarımı hafife almadım. O kadar ki benden başka bir başka kalemle ikame edilebilecek bir tek satır yazmadım. Devran döndü ve benim niyetlerimle olduğu kadar, benim ciddiyetimle ortamın ahvali arasında herhangi bir irtibat bulunmadığı ortaya çıktı.
 
     Bu sebepten dolayı hakkımda "Bir zamanlar bir İsmet Özel vardı.." denilmesi pek yakışık almaz. Ben ortalıkta dönüp duran işlere, çevrilen dolaplara bulaşmadım. Buna mukabil adı duyulmuş biri haline geldim. Adım elbet gizli kalmayacaktı. Lakin benim hedeflediğim şey adımın yaygınlaşması değildi, varlığımın neyle uğraştığının farkına varılmasıydı. Gazete yazısı yazmaya başladığım günden bugüne aradan yirmi altı yıl üç ay geçti. Sonuç benim açımdan ve benim beklentilerim açısından pek parlak değil. Aslına bakarsanız, sonucun parlaklıktan uzak kalmasını ben istedim. Bidayetten itibaren basın hayatında kendine yer açmak isteyenlerden biri değildim. Eğer nefsanî tatmin söz konusuysa edebiyattaki yerim buna kifayet ediyordu.      
     Üstelik neye emek verdiğimi anlamayan insanların benim adımı ağızlarına almalarından oldum olası büyük bir rahatsızlık duyarım, ilk yazımda dedim ki kitle iletişim araçları vesilesiyle yazı işine giren bir Müslüman'ın vazifesi dikkate değer şeyler yazmak değil yazdıklarıyla dikkatlerin Kur'an-ı Kerîm'de yoğunlaşmasını sağlamaktır.
 
     Dikkatler benim yazdıklarım vesilesiyle Kur'an-ı Kerîm'de yoğunlaştı mı? Hayır, hiç öyle olmadı. Meseleye "itibar" açısından bakarsanız yirmi altı senelik gazete yazarlığım pek parlaktır. Meseleyi önümüze "hakikate yönelmek" hassasiyetiyle koyarsak ortada tam bir fiyasko vardır. Demek ki girdiği yazı işinin altından kalkamamış bir Müslüman sayılırım. Neden? Şimdiye kadar elimden, dilimden ve sair azalarımdan ne kadar gavurluk (!) sadır oldu ise hepsinin bir alıcısı çıktı. Gel gelelim, Türklüğüme müşteri bulamadım. Bu başarısızlığı devam ettirerek daha çok rezil olmaya katlanamam. Şimdiye kadar gazete yazarlığı dolaylarındaki işi kovalamamın sebebi sabır göstermemdi. Sabır dediğimiz şey sonu olan bir şeydir. Zamanı gelince sabır taşar. Belli şartlar oluştuğu halde sabrı taşmayan insan eğik bir boyunla ve mağlubiyetle yaşamayı seçen insandır. Artık siyasete dair yazı yazmayacağım. Yazdıklarım hakkında her gün biraz daha battıkları cehaletten aldıkları cesaretle mülahazalarını beyan etme hevesine kapılan kimselere söyleyecek sözüm yok. Onlara artık tahammül edemiyorum. Şimdiye kadar kendilerine gelmelerini, kendilerini bilmelerini ümit ettim. Ümidim boşa çıktı.
 
     Kendini bilenin rabbini bildiği gerçeği bizi aynı zamanda rabbini bilenin kendini bildiği gerçeğine götürmez mi? Hayır, götürmez. Giderek tersi olma ihtimali yüksektir, yani rablerini bilmeyi öne alan kimseler kendilerini unutma akışında ilk sırayı doldururlar. Dikkat edin, "r" harfini büyük yazmadım. "Rabbim Allah, kitabım Kur'an" diyenleri ortamdan ayrı tutuyorum. İçinde yaşadığımız çağ İslâm'ı arayanların onu ancak kitaplarda, Müslümanları arayanların onları ancak mezarlarda bulabildiği bir çağdır. Hal-i hazırda kimin terbiyesi altında bulunuyorsak (bir zamanlar bulunmuşsak değil) rabbimiz odur. Demek ki ne ile terbiye edildiğimiz hakkında edineceğimiz her malumat rabbimizi tanıma yönünde bir miktar ilerlememize sebep olacaktır. Terbiye edeni de terbiye eden vardır diye düşünmekten kendimizi alamayız. En iyisi bir başkasının terbiyesi altında olmayanın terbiyesi altına girmektir. Demek ki kültürün kökeni bizi ilk elden ilgilendirir. Buradan kalkarak aldığımız terbiyenin Türklüğümüzün derecesini de belli ettiğinin farkına varırız.    
     Türkiye'de yaşayanların ne kadarı Türk'tür? Siz bu soru üzerinde düşüne durun. Ben sizin durduğunuz yerden tedirgin oldum, başka yere gidiyorum.”
 
         Doğrusu, İsmet Özel’deki son değişim, beklenmedik bir etki ve yankı yarattı. En başta ben, 1992 yılında Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Anabilim Dalı’nda yüksek lisans tezi olarak sunduğum “Değişme Sürecindeki Türk Toplumu ve İsmet Özel’de Ulusal Kimlik Arayışı” başlıklı çalışmamdaki ileriye dönük öngörülerimde yanıldım.
         Tezin “Sonuç” bölümünde, aynen şu görüşleri belirtmiştim:
“İsmet Özel, laiklik karşısında kendi benliğini koruma güdüsüne sarılan müslümanların varlığına sa­hip çıkabiliyorsa, onların değişimden dolayı herhan­gi bir umutsuzluğa kapılmalarına engel olabilmek için çırpınıyorsa, bu son derece doğal karşılanabilir. Ancak, her baskı grubu rafine eylemlerle veya düşüncelerle çıkmıyor politika alanına. Din olgusu da, kendi içinde taşıdığı homojen yapının yeni olu­şumlar karşısında etkilenmesine izin vermiyor. Bu açıdan, İsmet Özel'in yaşamı boyunca sürdürdüğü ara­yış, şu anda içinde bulunduğu kesimle sınırlı kalacağa ve yeni, özgün bir düşünce sistematiğine karşı etkisiz duracağa benziyor.
         Bu olguyu da doğal karşılamak gerekiyor. Çün­kü, İsmet Özel'in yaşamı boyunca aradığı yanıtlara yeni sorular üreten karşılıkların bulunması, din gi­bi kısmen "dogma" bir anlayışın kabul edebileceği şeyler değildir. Buradaki dogma belirlemesi, dinin homojen niteliğinden kaynaklanmaktadır. Doğaldır ki, ideolojiler kendi kemikleşmiş çerçeveleri dışında­ki oluşumları yok saymakla gelişebileceklerini sa­nırlar. Oysa o çerçevenin kırılması, İsmet Özel açı­sından söylemek gerekirse, ancak bir kez mümkün ola­bilmiştir. İsmet Özel, en son 1984 yılında "Cellâ­dıma Gülümserken" adlı şiir kitabını yayımlamıştır. Bu tarihten sonra ise şiir yazmayı bırakmıştır. Özet­le, bir çerçeve kırılmış, yeni bir çerçeve içine tutsak olunmuştur. Kimlik arayışı, bir noktada tıkanıp kalmıştır.
         Tüm bu olumsuz sonuçlarına rağmen, İsmet Özel'in şiiri ve düşünceleri, Türk sosyal-kültürel yapı­sının bireyde oluşturduğu etkiler açısından önemli birer canlı belge niteliğindedir. İsmet Özel, deği­şimin ulaştığı boyutun sorgulanmasına katkı sağla­yacaklara yol açmış, kendisi ise sınırlarını en so­nunda dar bir çerçeveye tutsak kılmıştır.”
  
         İsmet Özel, son atağıyla, beni adeta ofsayta düşürdü. Demek ki, “İsmet Özel'in yaşamı boyunca sürdürdüğü ara­yış, şu anda içinde bulunduğu kesimle sınırlı kalacağa ve yeni, özgün bir düşünce sistematiğine karşı etkisiz duracağa benziyor” şeklinde kesinkes bir yargıda bulunmak hataymış.
         Ama bir yandan da haklı çıktığım bir noktaya rastladığım için huzurluyum: Tezin başlığına “ulusal kimlik arayışı” yazmak, beni yıllarca rahatsız etmişti. Öyle ya, “ümmetçi” bir zihniyetin temsilcisi, arayışının boyutları ne olursa olsun, “ulusal” sözcüğüyle tanımlanamayacak kadar “evrensel” bir çizgiye mensuptu. 
         Oysa İsmet Özel’in son yazısından öğreniyoruz ki, şairimiz “Türklüğüne müşteri bulamamış”. Demek ki, cidden ulusal bir kimlik arayışı içindeymiş!
         Bu arayışın gerekçeleri, itiraf boyutları, vardığı son nokta bir yana, asıl o süreçteki şiirsel serüvenin gücü beni şaşırttı.
         Bu süreç, İsmet Özel şiirindeki yeni/yenilikçi bir zirveye işaret ediyor.  
         “Sancının şairi” İsmet Özel, gazete yazılarıyla heba ettiği 26 senelik zindan hayatından sonra, şiirin inanılmaz güzellikteki cennetine uzanıyor.
İsmet Özel’in ilk olarak internet ortamındaki “ismetozel.org” adlı web sitesinde yer alan “Kaçmak İsterken Vuruldu” adlı uzun şiir, sadece şairdeki büyük dönüşümün ayak izlerini değil, hiçbir yere sığmayan inanılmaz bir yeteneğin varlığını da duyuruyor.
        “Kaçmak İsterken Vuruldu”, alıştığımız İsmet Özel vurgusu ve tınısıyla örülen, ama dizelere hâkim olan o yüksekten duyulan sesin bile yetişemediği bir metaforla bezenmiş içeriğiyle, tam bir “dönüşüm” şiiri:
 
KAÇMAK İSTERKEN VURULDU
 
 
Gök gürledi
Canı sarsılmadı şimşek çakışından
Ve yağışlar dilinden döküleni epritemedi
Sert esen poyrazın dayattığı siliklik
Ağustos sıcağı gerekçesiyle pelteleşme
Dilsizlik sağırlık çolaklık körlük
Mızrak değdiremediler güzelim gövdesine
Değiştirilsin aniden coğrafya dersinde konu
Kaçmak isterken vuruldu.
 
Burukluk enginine düşsek kalfadır aradığımız
Yücelik katlarına çıksak gözleri yakan yazıt
Kıt
Vurulduğunu bilmesek
Daha da kıt kalırdı hakkında malumatımız
Oydu dalgınlık arastamızdan belli belirsiz
Belli belirsiz belki utangaç geçiveren karaltı
Göz göze geldiğimizde bize düşen yutkunuş
Paydoslar çalkantısından yara almamış çehre
Türkçe konuşmasıyla hayranlık uyandıran
Duruşu çocuklara örnek olur diye korktuğumuz
Kanamayı durdurmak için gerek duyduklarımızın ilki
Neye acıktığımızı tek fark eden oydu
Kaçmak isterken vuruldu.
 
Tarihten kopmuş yaprakları sığaya çeken hançer
Denk getirilmiş bütün şeylerin kırbası
Kırbacı kötülükten zevk çıkaranların
Neyi ihmal ettiysek utanmamıza sebep
Bize bundan böyle onu hep
Yakınımızda peyda olan hışırtı
Yakınlık yakınmalarımızda kopan tel
Bize bundan böyle hep onu hatırlatacak
Çalılar aşk acısı çingeneler
Ondan aldıkları komutla
Tecavüz tadı yaydılar ortalığa
Vitrinlere mitralyöz
Kaldıysa inek fışkısı neonlu lambalara
İşini tek koluyla görürdü
Tek koluyla eziyet ederdi sakız çiğneyen erkeklere
Çiğ renkleri tek koluyla canından bıktırtırdı
Boştaydı, bizi kollamak üzere boştaydı öbür kolu
Kaçmak isterken vuruldu.
 
Cesedinin savcılıkça görüldüğünü söylediler bize
Rafta matlup kataloglu kayda geçen cansız bedeni
Cansız ama kim hele bir
Canlanma furyası açılsın onsuz edecek
Her an itirafı gereken şeymiş gibi kalacak akıllarda
Yüz yıkar saç tarar diş fırçalarken
Giyinirken buluşur karşılaşır vedalaşırken
Neden uğramaz oldu bize artık sorusu
Kefeyi ağdıracak ciğeri gerdirecek
Düştüğü yerin tozuna bulanmış karnındaki kıllar
Dizlerine kadar ıslak kollarında tırnak izleri var
Bu bir elmas kol düğmesi tekidir ki yelek
Astarına teyellenmiş bulundu
Kaçmak isterken vuruldu.
 
Kapandı mahremiyetine kapanıp yere düştü
Kan yok işte kan çekilmiş meleksi çehresinden
Kül gibi benzi gövdesinin görebildiğimiz yerleri külrengi
Kaçı aklındaydı acaba annesinin tembihlediklerinin
En küçük kardeşine en son neyi vaat etti
Fütursuz ömürler kısadır bilmez miydi
Bilmez miydi herkesten iyi bunu
Kaçmak isterken vuruldu.
 
Ey pazarlıkçı dul kadınların dillerindeki yapışkan!
Ey kusurları tadat edip vakit öldüren tembel amcazadeler!
Ey gişelerin önünde sabırsızca bekleşenlerin bahanesi!
Ey gövdelerin pişmanlığı!
Ey en çürük meyvesi dünya dillerinin!
Bayramın hamursuzu!
İftar vaktinin kuşkusu!
Haçın dumuru!
Kaçmak isterken vuruldu.
 
Yetti yokuşların yarılandığı saatte hatırdan çıkarıldığı
Endamını ilginç bulmak yetti kilosunda esrar bulmak
Yazın kumsalda el yapımı kunduralarını görmek
Kışın ayağında sandalet omuzsunda harmani
Yetti alelusul yetti ayaküstü yetti baştan savma
Yetti saydamlığın inkarı
Her kıpırdayan şeye ateş etmek emri alan nemrutun
Silahından fırlayan kurşun değil
Beklentisindeki asit öldürdü onu
Kaçmak isterken vuruldu.
 
Bakakaldık bakakaldık bakakaldık bak gücümüz
Sessiz kalmakla ıssız kalmak arasına sarkıtıldığımız kadarmış
Yıldızların zillerini çaldıramıyoruz karanlık bastırınca
Acı gün yasa kesiyor vurduramıyoruz güneşe gongunu
Bir sevişme fasılasından santur imal edemiyoruz
Dolunay imbiğinden damıtamıyoruz bir çalpara
Bizi sarmış bizi sarmış bizi sarmış baştanbaşa mucizesizlik
Ferman okuyan kölenin yan tarafında mahcubiyetinden
Kıvrılmış son sayfanın ütüsünde hiçbir keramet yoktu
Kaçmak isterken vuruldu.
 
 

Cihan Oğuz, 2005-2017

Cihan Oğuz Facebook  Cihan Oğuz Twitter  Cihan Oğuz Instagram

Web Sitesi Tasarımı ve Yönetim Paneli